Saturday, August 11, 2007

coming soon...


for more information (now only in turkish):
http://umut-guzel-sey.blogspot.com/

“Hope is a good thing”
Place:AtelierFrankfurt
Dates: 25.08.2007_22.09.2007
Opening: 24.08.2007
Artists: Alice Miceli, Esra Okyay, Halil Vurucuoglu, Jari Silomaki, Mehmet Dere, Nejat Sati, Runo Lagomarsino, Underscene Project (Merve Sendil )
Curator: Borga Kantürk


AtelierFrankfurt is pleased to present “Hope is a Good thing” the group exhibition curated by Borga Kantürk with 7 artists and one collobration, named Underscene project with a post-punk band “DDR” from Turkey. Turkish artists Esra Okyay, Halil Vurucuoglu, Mehmet Dere, Nejat Sati and Underscene Project, produced(featured) by Merve Sendil all from K2 artists initiative in Izmir. And the other artists Alice Miceli (Brazil-Rio De Janerio) Jari Silomaki (Finland-Helsinki) and Runo Lagomarsino (Sweden-Malmo)

Due to the interactive speed of the present world, the acceleration of contemporary art has also increased. Today, a contemporary artist is perceived as a person, with numerous communication and networking skills, struggling inside a fast and global art net. This system, in which the contemporary artist has to negotiate intense schedules and loaded agendas, creates a chaos accompanied by long trips and difficult demands. Such things as workshops, presentations, lectures, studio visits, artist residency programs, online conferences, etc. help to create this atmosphere of pace. You can either be the lucky but tired person, who achieves good contacts and sponsorships in this tense climate; or you can have a position in the back yard of the system, out of sight, with an independent stance where you have to build your own contacts and find your own budget.

When Beuys said “Jeder ist ein Künstler” ("Every man is an artist") the world was promising a new hope with its dynamic political and social infrastructure. Art would accompany this acceleration and bring with it a new energy. Todays hectic pace and lifestyle has seriously diminished this sense of hope that once existed. Today's ideals attract more the hope of enterprise and further financial gain. Hope has been replaced by greed. Parallel with this the art community exists within a tighter global network, with more stringent time constraints encapsulating a larger audience. It can be said that art is increasingly drawing closer to becoming a corporate entity. It is time to quote Kippenberger’s, more humanistic expression, “All the artists are human beings” as a direct alternative to Beuys' remark. So going back to Beuys statement the “artist=human figure/myth” notion we see that the world of art is becoming more corporatised and turning into a highly rated market object, a commodity worthy of higher accolade.

Within the course of contemporary art and the endeavors of artists to position themselves in the system, we need to discuss alternative strategies questioning the global net of the contemporary art market; and try to focus on a situation that can liberate artists and give them more independence. In this sense the word “hope” in the title of the exhibition is used as a necessary notion to represent what is human. The artists’ choices, their independent existences, and their personal, textual, verbal and visual languages has been taken into account during the very process of the exhibition. The purpose is to release the artist entity from the process of being an 'illustrator' and view the artist as an “illusion producer”; as well as focusing on the framework represented by the artists and to consider the relationships between sound, image and atmosphere.

Borga Kanturk, August 2007

Wednesday, July 18, 2007

Thursday, June 21, 2007

"Umut beni harekete geçiren benzin".
Manu Chao

Oscar Tramor aka Manu Chao

Proxima estacion: ESPERANZA

bir sonraki istasyon: umut


"Madrid metrosunun 4.no'lu hattını kullananların her gün duydukları bir anons bu: Proxima estacion: ESPERANZA (Bir sonraki istasyon: ESPERANZA)." Olabilecek en güzel semt ismi, lakin Manu'nun albümüne isim olana kadar hiç de ilgimi çekmemiş. Hatta hafızamın o kadar silik bölgesine saklanmış ki, albümdeki sesi duyunca dünyanın hangi noktasındaki metro istasyonunda çekildiğini iyice merak eder olmuşum bu yakınımda olduğunu, sık sık duyduğumu bilmeden. İstanbul'a gelince Manu'ya yönelttiğim ilk soru bu oluyor. Söylemek istemiyor Manu, büyüsü bozulsun istemiyor. "Madrid metrosu'ndan daha cazip bir cevap geliyor aklına: "Umutla bekleyenlerin metrosu" diyor ama sonunda da ısrarlara dayanamıyor. Daha o zamanlar bu anonsu yapan kadının Manu'yu sesini izinsiz kullanmak suçundan mahkemeye verip yüklüce bir tazminat aldığını bilmiyorum. Ne trajik!...
Clandestino'yu olduğu gibi bunu da evindeki küçük stüdyoda kaydeder. Çünkü bu sistem "anları yakalamasına ve evine uğrayan herkezi katılmaya davet etmesine" imkan verir...
Ve 2001 baharında çıkagelir Proxima Estacion: Esperanza. Dokuz ispanyolca, iki ingilizce, bir fransızca, bir Arapça, iki Portekizce ve iki tane de Portunol* şarkı vardır süpriz paketin içinde.

*Portunol: "Sınırlarda yaşayan insanlar tarafından uydurulan İspanyolca ve Portekizce karışımı bir dil."

Bkz: Özlem Kumrular, "Manu Chao Hayatı ve Şarkıları", Stüdyo İmge: 59, Mayıs 2003, Umut Matbaası, İstanbul, syf: 47-48

Proxima Estacion ESPERERANZA













Proxima Estacion ESPERERANZA
Virgin France (2001)

1_Merry blues
2_Bixo
3_Eldorado
4_Promiscuity
5_La primavera
6_Me gustas tu
7_Denia
8_Mi vida
9_Trapped by love
10_Le rendez-vous
11_Mr. Bobby
12_Papito
13_La chinita
14_La marea
15_Homens
16_La vacaloca
17_Infinita tristeza

http://www.manuchao.net/

Tuesday, June 12, 2007

Alfredo Jaar

Hope, 2003, Alfredo Jaar
(for the Nelson Mandela Foundation)

color animation with sound
60 second

click for the movie:


web: http://www.alfredojaar.net/

Esperanza: (Spanish for "hope")





Esperanza: (Spanish for "hope")

Foto: Alejandro Páez Varela.

Wednesday, April 11, 2007

nowhere




endre tot

Sunday, March 18, 2007

Mehmet Dere

Friday, March 16, 2007

Halil Vurucuoglu, 2007

Monday, March 12, 2007

dünya yalan söylüyor...


Esra Okyay, Dünya Yalan Söylüyor

“...Bu proje gazetelerden seçtiği politikacıların görsellerinden yararlanarak yaptığı suluboya resimler üzerine bu sloganı yazarak oluşturduğu bir dizi resimden oluşur. İşin adı ise bir dönem türkiye’de oldukça popüler olan Mor ve Ötesi grubunun “Dünya yalan söylüyor” parçasından geliyor. Bu gün insan hakları, demokrasi gibi kavramların ne kadar söze dayalı olduğunu. Hiçbir haklı gerekçe gösterilmeksizin Irak savaşının gözümüzün önünde gerçekleştiğini yanlızca izliyoruz. Gerçek olan biten adaletsizlik kimseden gizlenmeksizin açıkça yapılırken öyle bir dil hakim ki herşey bilinir ama engellenemez bir durumda akıp gidiyor. Dünya açıkça hiç olmadığı kadar “görerek” “görmezden geliyor”. Sanatçı günlük yaşantımız içinde yaşadığımız dünyaya ilişkin sosyal problemler ve adaletsizliğin farkına varmamızı sağlamanın yanında bu türden sanat pratiklerinin hızla arttığı, tartışıldığı gözönüne alındığında bu halkaya aktivist, müdehaleci bir kanaldan değil galerinin söz söylemeye izin veren yapısını kullanarak katılıyor. Sistem içinde sözünü aslında estetik olanla birleştirerek ve bilindik bir dil kullanarak, entellektüel birikim ve bilgi gerektiren güncel sanata ilişkin alışılageldik yoldan daha geleneksel olana kayarak aslında gerçek risk alıyor.” (*)

* Elmas Deniz’in Esra Okyay hakkındaki yazısından.

Tuesday, February 20, 2007

dünya yalan söylüyor...


Esra Okyay, 2005
kağıt üzerine suluboya / watercolor on paper

Emma Goldman üzerinden Nietzsche

Emma Goldman, Nietzche'nin "İyinin ve Kötünün Ötesinde" kitabına dönme ihtiyacı duyar ve oradaki öte olma durumuna işaret eder.Goldman'ın, Nietzche'ye dönüş sebebi. yazarın adı geçen kitabıyla, keskin önyargılı ve benzerlikler üzerinden giden bir ayrıştırmacılığı tamamen reddederek, kendisinden farklı olan herkezi anlamaya çalışmayı önermesi ve özellikle "KENDINI ORTAYA KOYMA"ya dayalı bir bireysel güçlülük pozisyonunu öne sürmesidir.

"...'İyi ile kötünün ötesinde'nin ufku, bireyin kendi olma ve kendi kişiliğine sahip çıkma hakkını işaret eder. Üstelik bu imkanlar hayatın kaosundan dolayı acı çekmeyi dışlamaz; fakat kendisi dışında herkesi yargılamaya kalkan püritence doğruluk iddiasını kesinlikle dışlar." E.G., a.g.e.


Bu noktadan hareketle sanatçı formasını sırtımıza geçiren bizlerin yapması gereken şey: sosyal yaşamımızın bütün önyargılar ağı ile çevreleyip uçlaştırdığı keskin bir netlik arayışıyla sanatçının güçlüce "kendini ortaya koyma" çabasını kolayca bir köşeye konumlandıran, durumlar bütününe yediren bu sisteme karşı durmak ve inançlarımızı korumaktır. Borga K.
"Yoğun ve bilinçli bir içsel hayatı olan hiç kimse, zihinsel acı ve ıstıraptan azade olmayı umut edemez. Şeylerin sonsuza dek iyi gitme arzusunun yerine gelemeyişinden duyulan keder ve çaresizlik, hayatımız boyunca bizi bırakmayan kalıcı duygulardır...Bu tür duyguları koşullandıran şey varlığımızın ta kendisidir; daha doğrusu varoluşumuzda bize eşlik eden bin türlü müşfik ve hoyrat ipliğin bir arada dokunmuş halini yansıtırlar. Yaşadıkça bu gerçeğin farkına varmamız mutlak bir zorunluluktur..." Emma Goldman *
* Dans Edemeyeceksem Bu Benim Devrimim Değildir'den. Agora Kitaplığı 2006, çeviri: Necmi Bayram, syf:34-35


Bu noktadan hareketle,
Umut konusunda; yukarıda bahsi geçen "farkındalık" ve "zorunluluk" üzerinden gidelim ve bunu tarifini içimizde sürekli yapmaya çalıştığımız ve eyleme geçirilmiş bir pratige dökme çabasıyla taçlandıralım. O zaman bu fani çabamız biraz olsun işe yarayacaktır. B.K
.



Thursday, February 1, 2007


“Vatanseverlik, dünyamızın her biri demir parmaklıklarla çevrili, küçük parçalara bölünmüş olduğunu ve bazı özel parçalarda doğma şansına sahip olanların, üstünlüklerini başka parçalarda yaşayanlara göstermek için onlara savaş açma ve onları öldürme hakları olduğunu öngörür.”

Emma Goldman “DANS EDEMEYECEKSEM BU DEVRİM BENİM DEVRİMİM DEĞİLDİR”den.

Tuesday, January 30, 2007

Livorno tribünleri



İtalya'dan
FC Livorno tribünleri
_ _ _ _ _ _
Futbolda kızıl bayrak Livorno:
"...Şehirlerini “Roma devletine karşı direnen Asteriks ve Oburiks’in köyü Galya’ya benzeten Livornolular, ‘11 Freunde’ dergisinin Aralık 2004 sayısına göre ‘Otonomlar Tugayı’ taraftar grubu, Livorno’yu, ‘Liverpool’la beraber, proleter gururu taşıyan iki liman şehrinden biri olarak tanımlıyor. İtalya Komünist Partisi’nin kuruluş tarihi 1921’i kurdukları taraftar lokaline isim olarak seçen Livorno taraftarlarına karşılık futbol takımı da koyu kızıl formasıyla, bu öfke ve direniş ruhunu sahalara taşıyor. 1921’de kurulan A.S. Livorno Calcio, 1949’da Serie A’dan düştükten sonra 30 yıl boyunca 3. ve 4. ligde sürünen ultra-ehemmiyetsiz bir kulüptü. Kulüp, 2002’de Serie B’ye çıkan, 2004’te de 55 yıl sonra Serie A’ya dönmeyi başardı. Şampiyonluk kutlamalarında şehrin girişine İtalya Başbakanı ve AC Milan’ın Başkanı Berlusconi’ye hitaben astıkları “Silvio, geliyoruz!” pankartı, hâlâ yerinde duruyor.
Seri A’da ilk sezonu dokuzcu sırada tamamlayan Livorno, Seri A’da getirilen bazı kurallarda yaptıkları ince işlerle sıyrıldılar. Koltuklu tribün zorunluluğunu kulüp ve taraftarlar beton bloklara 60 santimetre arayla çizgiler boyayıp numaralar yazarak ‘halletmişler’. Standart tribün şarkılarının başını ‘Bandiera rossa (Kızıl bayrak)’, ‘Bela ciao (Çav Bela)’ alırken, tribünlerden başbakana “hakaret eden” tezahüratlardan ötürü, kulüp birçok iç saha maçından sonra birkaç bin avro ceza ödemiş.


Geçen yıl Milan deplasmanında Livorno taraftarları Berlusconi’nin saç ektirdikten sonra tek gözünü eşarpla kapatarak korsan pozu vermesiyle alay etmek için, tribünlerde başörtüleri takmışlardı. Irak’ta Nasıriye’de ölen 17 İtalyan askerinin anısına bütün maçlarda saygı duruşunda bulunurken Livorno taraftarları, kale arkası köşesinden (‘Kurva’) ‘On, yüz, bin Nasıriye!’ tezahüratında bulunmuşlardı. Taraftarlar bu tepkileri ise şu şekilde açıklamışlardı; “İtalya’da her yıl 1500 kişi iş kazasında ölüyor. Onlar için niye devlet töreni düzenlenmiyor?”..."*

* http://www.genc-hayat.net/?sayfa=dergi&sayi=1&idyazi=24 (yazının tamamı için)

izledigimizin bir zamanlar güzel bir oyun oldugunu unutturanlara...




"...spor basını her zamanki gibi kolay yolu seçti.
Futbolun, aynı zamanda bir insanlık sınavı olduğunun
ayırdına bir türlü varmadığını gösterdi. Statlar da,
'Ayağa kalkmayan Ermeni olsun' diye bas bas bağıran
'sıradan faşizm'e teslim oldu. Yapacak bir şey yok.
Onlarla yaşamayı çoktan öğrenmiştik ama yine de saflığımızı gösterdik.*

*"UĞUR VARDAN'ın 30/01/2007 tarihli Radikal gazetesindeki yazısından."

Saturday, January 27, 2007

Salla Tykka: Power (1999)

"Power"
written and directed by SALLA TYKKÄ
the womanSALLA TYKKÄ (artist)
the man ILAKKA SARIOLA (artist's father)
editor SALLA TYKKÄ
music IN THE RING, FINAL BELL by Bill Conti


click for the video-trailer:

http://www.sallatykka.com/web/index.php?id=77

muhammad ali


M. Ali on Stage


Malcom X & Muhammad Ali

O'nun hep kazanması, hatrımızda.
Duruşu, Sağlamlığı
3 kez yenilmiş sadece.
Gerisi galibiyetler.
Şimdi ise...

Mr.Beckett said...

"Hep denedin.
Hep yenildin.
Olsun.
Yine dene.
Yine yenil.
Daha iyi yenil."

Ever Tried.
Ever Failed.
No Matter.
Try Again.
Fail Again.
Fail Better. *

* Samuel Barclay Beckett


_ _ _

Sanırım gereken, durmamak.
Daha iyi, daha da iyi için,
sürdürmek inatla...

Helene Grimaud

Sometimes we don't need to say something and
I think we should shut up and help somebody
to keep his/her passion,
struggle and belief, extc...
Their affort can be give us a hope
to resist from life.

Let's try to hear the voice with passion for music.

Please click to this link...
http://www.jblog.com.br/chernobyl2.php?itemid=2162#c

Friday, January 26, 2007


Bülent Ecevit ve Ismail Cem

Wednesday, January 24, 2007


İsmail Cem İpekçi - 1940-2007

"...Filleri kuyruğundan çekerek
Tepeleri aşırtmaktı görevim
Günler bitti filler tükenmedi
Ben elimden geleni yaptım
Gerisini siz tamamlayın..."
"Açlıktan ölmemenin bedelinin
sıkıntıdan ölmek olduğu bir dünya istemiyoruz!" *

* 68' Sorbonne, Duvar Yazısı, Anonim
"İNSANLAR RAHATSIZ
EDİLDİKLERİNİ KAVRADIKLARINDA
RAHATSIZ EDİLMELERİNE SON VERİRLER."

* Mayıs 68' Sorbonne, Duvar Yazısı, Anonim

Tuesday, January 23, 2007


23.11.2007 - Hrant Dink

11.11.2006 - Bülent Ecevit

HOPE and Resist: Ingeborg Bachmann

Bu alinti Tufan Baltalar'dan geldi.

"Ingeborg Bachmann'ın Malina romanındaki "ütopya" üzerine söyledikleri:

"Kimi zaman bana neden içinde herşeyin iyi olacağı ütopik bir ülkeyi, ütopya niteliğindeki bir dünyayı tasarımladığımı sordular.Yaşadığımız günlük dünyanın iğrençliği göz önünde tutulduğunda, bu soruyuı yanıtlamak bir çelişkiye yol açabilir, çünkü bizler, günümüzde gerçekte hiçbirşeye sahip değiliz.İnsan,ancak maddi şeylerin ötesinde birşeylere sahipse zengindir.Ve ben bu materyalizme, bu tüketim toplumuna, bu kapitalizme, burada cereyan eden bu korkunçluğa,sırtımızdan yaşamaya hakları olmayan bu insanların zenginleşmesine inanmıyorum.Gerçekte inandığım birşey var, ve ben buna 'bir gün gelecek' diyorum. Ve özlemini çektiğim şey,bir gün gelecek.Evet belkide gelmeyecek,çünkü onu hep yıktılar,binlerce yıldır yıktılar.Gelmeyecek,ama yinede inanıyorum geleceğine.Çünkü eğer inanmazsam, artık yazamam."(haziran 1973)

Övül dün bana bu yazarın Malina adlı kitabından sözetmişti (ben öykü ve şiirlerini okumuştum bi ara)kitabı bu sabah edindim ön sözündeki bu paragrafı okuyunca aklıma sen geldin "


Sunday, January 21, 2007

62.kişi







"RUH HALLERİMİZİN GÜVERCİN TEDİRGİNLİĞİ "






Saturday, January 20, 2007

arkadasim seytan/ devil, my friend

Arkadaşım Şeytan /Devil, My Friend (1988)
Yönetmen/Director:Atıf Yılmaz
Senaryo/Script: Ümit Ünal

Fatih: Mazhar Alanson
Seytan/The Devil: Ali Poyrazoglu


plot summary:"Fatih (Alanson) is a struggling musician whose efforts did not pay. One night disappointed, he talks to his "Plastic Sweetheart" a realistic-looking mannequin in a shop window (Ozdemiroglu) that, "he could even sell his soul to the Devil for fame"...and then he sees the Devil himself (Poyrazoglu). They make a deal that Faith, will sell his soul to the Devil and the Devil will strike him to fame, using the record executives, venue owners and commercial executives whom he had their souls. However the times had changed, and the human had proved to be more evil and smarter than the Devil himself." (*)

* http://www.imdb.com/title/tt0279657/

Thursday, January 11, 2007

You will never walk alone...and I try climbing

image from - http://www.gardenofearthlydelights.com/Soccer.html
"when you walk through a storm
hold your head up highand
don't be afraid of the dark
at the end of a storm is a golden sky
and the sweet silver song of a lark
walk on through the wind
walk on through the rain
tho' your dreams be tossed and blown
walk on, walk on
with hope in your heart
and you'll never walk alone
you'll never, walk alone..."
from Anfield road
Famous song of Liverpool Fans
_ _ _ _ _


you say the hill's too steep to climb
just climb it
you say you'd like to see me try
climbing
you pick the place and i'll choose the time
and i'll climb
the hill in my own way
just wait a while for the right day
and as i rise above the tree lines and the clouds
i look down
hear the sound of the things you said today
fearlessly, the idiot faced the crowd
smiling
merciless, the magistrate turns 'round
frowning
and who's the fool who wears the crown?
and go down in your own way
and every day is the right day
and as you rise above the fear-lines in his brow
you look down
hear the sound of the faces in the crowd
...
from "fearless", Pink Floyd, 1971
about song:
"Fearless" is the title of the third track on "Meddle" by Pink Floyd. The song's slow tempo and mellow acoustic sound bear similarities to some of the other tracks on the first side of the album. Roger Waters composed the ascending riff on guitar using an open tuning in G major that he learned from Syd Barrett (Barrett also seems to be the subject of some of the lyrics). He plays this riff and other rhythm guitar parts on the studio recording, despite his job as the band's usual bassist. [1]
Near the beginning and at the end of the song, a field recording of fans in Liverpool's Kop choir singing "You'll Never Walk Alone" is superimposed over the music. This Rodgers and Hammerstein song became the anthem of Liverpool F.C. after Gerry and the Pacemakers had a number-one hit with their recording. The fans repeatedly chant "Liverpool!" after the song's conclusion, and their cheering reverberates across the stereo field in a haunting manner, which produces a somewhat psychedelic effect on listeners with headphones." *


Wednesday, January 10, 2007

Offret aka The Sacrifice (1986)


Filmstill from the "Sacrifice"
Directed byAndrei Tarkovsky
http://www.imdb.com/title/tt0091670/

Thanks to Sefer Memisoglu for his memorize and help.



Filmstill from the "Sacrifice"
Directed by
Andrei Tarkovsky


And ,I will turn very soon to the another movie of Tarkosky for Savas Onur Sen works. The movie's name is STALKER.

it' burning 02: Runo Lagomarsino


Runo Lagomarsino
"Fire borrowed from thehistorian" video-still from 2003

it's burning...


Gokcen Cabadan, Burning Ikea,
Pastel and acrylic on paper, 70x100cm, 2006

"Burning Ikea, is made from an image of interieur design magazine. It was just about the feeling which ikea is trying to commonly communicate. ( Which I like too ) The message of Ikea is "Ideal organized life will be posibble and easier by Ikea furniture" and the happy life will be posibble for consumption by society. I tried imagine the perfect interieur, burning out by a fire. Then an idea of good life when you lose your interieur would not be posibble." G.Cabadan

Fig.2


PaintingThe Burning of the Parliament Building in Montreal
Joseph Légaré (attribué à / attributed to)
About 1849, 19th century
Oil on wood38.2 x 50.3 cm
Gift of Dr. W. D. Lighthall and Mr. Hugh Mackay
M11588© McCord Museum

Keys to history:
The burning of the Parliament Building in Montreal in 1849 can be seen as a turning point in the history of Canada, one that led to Confederation. Violence, the annexation movement, the hostility between French and English over the Rebellion Losses Bill, and the lingering bitterness over Durham's Report would challenge Canada's political leaders to find new solutions that might allow for regional, ethnic and religious differences while facilitating the development of an industrial and transcontinental nation.

http://www.mccord-museum.qc.ca/en/collection/artifacts/M11588?Lang=1&accessnumber=M11588

Fig.3

Turner, Joseph Mallord William
The Burning of the Houses of Lords and Commons,
16th October, 1834_1835
Oil on canvas92 x 123 cm
Philadelphia Museum of Art

"Turner outgrew theatrical extravagance but the essential sublimity of the forces that hold man in their grip remained with him always. There is a sense of it in the all-embracing flood of light that envelops a scene, and the spectator too. The last subjects of storm and catastrophe make visible a dream of peril and endurance that is full of heroic exaltation. The elemental drama that Turner painted was both real and imaginary. "

From "Tate Gallery: An Illustrated Companion", by Simon Wilson
http://www.artchive.com/artchive/T/turner.html

Fig.4

Guy Fawkes night at Exeter Cathedral

lets go to the http://hope-is-a-good-thing.blogspot.com/2006/12/remember.html

Monday, January 8, 2007

hope is a good thing....

"Hope is a good thing, maybe the best of things. And no good thing ever dies."*
* Stephen King from "The Shawshank Redemption"
http://www.imdb.com/title/tt0111161/

Hope project with this blogsite and other part of the serial exhibition,
all of theirs name is referred this replics.I need to believe this cliché from that movie on these days...

Saturday, January 6, 2007

Images of the invisible



The 26-year-old visual artist is preparing to capture images through radiation in what is left of Chernobyl nuclear plant. Twenty years after the disaster, this girl from Rio de Janeiro set out, at her own risk, to take these pictures, which will be captured not through light, but through radiation emanating from all matter there, radiation that is intolerable to men in the next 300 years. Newspaper article from Jornal do Brasil (24th June 2006), in Portuguese.

from Alice Miceli's blogsite about Chernobyl Project:
http://www.jblog.com.br/chernobyl2.php

Thursday, January 4, 2007

my little world...

Words like violence
Break the silence
Come crashing in
Into my little world
Painful to me
Pierce right through me
Can't you understand
Oh my little girl...*

* Depeche Mode'un "Enjoy the Silence" isimli şarkısından. 5 Şubat 1990
_ _ _

Çocukluk yıllarımı düşünüyorum, es geçtiğim yılları,
kapalı geçen zamanımı, beni yeniden keşfetmeye zorlayan o 80'li yılları.
uzerime yazılmış olan tarihin
içerisine cesurca dalıp sayfalarını kurcalama
ve yeniden yazma
vaktidir.

Şimdi sessiz olun
lütfen beni ve( kuşakdaşlarımı) biraz rahat bırakın.

Tuesday, January 2, 2007

High Hopes...

The grass was greener
The light was brighter
The taste was sweeter
The nights of wonder
With friends surrounded
The dawn mist glowing
The water flowing
The endless river...




Monday, January 1, 2007

Két félidő a pokolban, 1961




Ket Felidö A Pokolban, (Cehennemde İki Devre-TR),(Two Half Times In Hell)
35mm / 124' 00" / B&W1962 / HungaryDirector: Zoltan Fabri
Script: Peter Bacso, Editing: Ferencne Szscsenyi,
Photography: Ferencne Szscsenyi, Music: Ferenc Farkas,
Cast: Imre Sinkovits, Dezsö Garas, Laszlo Markus, Janos Koltai,
Istvan Velenczei, Sandor Suka, Tibor Molnar, Zoltan
________________

"Sinemanın tanım alanlarının görsellik ve teknolojiyle birlikte yeniden ele alındığı bir dönemde, Fabri'nin yapıtı demode bir kavramla, hikayenin güzelliği ve yakıcılığıyla açıklanabilir. Ukrayna'daki kampta gerçek bir futbolcu olan Onodi'nin futbol aşkına yenik düşüp siyaseti ve acımasız koşulları bir yana iterek idealizme kayması ama attığı her adımda hayatın bizzat kendisinin yaşanılanları ona hatırlatması, filmin kendisine has gerilimini oluşturuyor. Almanlara'a karşı yapılacak maçta takım oluşturma sırasında o, saf futbolun peşinde koşarken diğerleri daha ayrıcalıklı koşullara sahip olmak, sonra da firar etmek için futbolu kullanırlar. Onodi, bütün bu gelişmelere set çekmek isterken, hayat, arkadaşlarının haklı olduğunu gösterecektir. Nefis bir oyuncu kadrosunun sürüklediği film, bilindiği gibi daha sonra John Huston'un çevirdiği Zafere Kaçış'a kaynaklık etmişti. Ne var ki Huston, Fabri kadar cesur davranamamış ve finali mutlu sona ulaştırarak popüler sinemanın isteklerine boyun eğmişti."Uğur Vardan (1)
_________

"In a period where the areas of description of cinema are once more assessed together with visuals and technology, Fabri's film can be described with an outmoded concept, by the beauty and intensity of its story. In the camp in Ukrania, a real football player, Onodi, becomes defeated by his love for the game and shifts to idealism, pushing politics and merciless conditions aside, but the fact that life itself reminds him of what has been experienced with every step of his constitutes the particular tension of the film. During the selection of a team to play against the Germans, while he seeks pure football, the others are first and foremost after privileged conditions, and then use football as a means of escape. While Onodi tries to prevent all these developments, life will show him that his friends are right. The film is led by a marvellous cast. It also served as a source for Escape to Victory, later shot by John Huston. However Huston could not display Fabri's courage and submitted to the demands of popular cinema by giving a happy ending to his film." (2)


Billy boy



"Billy Elliot is the heartwarming story of a young boy from a working-class family who discovers a passion that will change his life forever. Eleven-year-old miner's son Billy Elliot (Jamie Bell) is on his way to boxing lessons when he stumbles upon a ballet class. Billy secretly joins the class, knowing that his blue-collar family would never understand. Under the guidance of his teacher Mrs. Wilkinson (Academy Award ® - nominee Julie Walters), Billy's raw talent takes flight. But when his father discovers his son's ambition, Billy must fight for his dreams and his destiny..." http://www.billyelliot.com/

Billy Elliot (2000)
Directed by Stephen Daldry, Writing credits Lee Hall, Jamie Bell - Billy Elliot

Muhsin Bey



"Urfalı Ali Nazik, türkücü olmak için eski bir organizatör olan Muhsin Bey'in kapısını çalar. İstanbullu Muhsin Bey, musikiye ve çiçeklerine düşkün, değerlerine bağlı 'eski usul' bir adamdır. 80'lerde hızla değişen şehre ve köyden kente göçün getirdiği kültür erozyonuna yabancı kalmış ve ilkeleriyle yaşamaya devam etmiştir. Muhsin Bey, Ali Nazik'i şöhrete kavuşturabileceğini düşünür ve bu iki ayrı dünyanın insanı zorlu bir işbirliğine girerler. Muhsin Bey yardım ettiği Ali Nazik uğruna, dolandırıcılık suçundan hapse girerken Ali Nazik ünlü bir türkücü olur ve Muhsin Bey'in tutkun olduğu kapı komşusu Sevda'yı elinden alır."


Yapım Yılı: 1987
Yönetmen: Yavuz Turgul
Oyuncular:
Şener Şen - Muhsin Kanadıkırık
Uğur Yücel - Ali Nazik
Şermin Hümeriç - Sevda
Osman Avcı - Osman
1988 San Sebastian Ödülü, San Sebastian Film Festivali

Saturday, December 30, 2006

16 Mayıs 1981, 80.000 kişi


________________________________________
eskiden... İzmir'de 80'ler...ve bir dünya rekoru
2.ligde yapılan bir futbol karşılaşmasındaki en kalabalık izleyici sayısı.
______________________________________________________
1980-81 sezonunda Karşıyaka ile Göztepe arasında oynanan 2. Lig maçı, 67.696'sı biletli 80.000 seyirci ile dünya rekoru kırdı.

28 yıl beklemek



Berlin Duvarı 1961 tarihinde şehri tam orta yerinden ikiye keser şekilde yükseldi.
Alman futbol lig tarihinin en eski takımlarından biri olan Hertha Berlin ise bu tarihle Batı Almanya sınırlarında kaldı. Dogudaki binlerce taraftarının makus talihi ise bu tarihle baslamış oldu.
Tam 28 yıl boyunca dogu Berlin'de bu takıma gonul veren bir çok kişi, hatta doğu alman futbolcular ve özellikle duvar öncesinin sıkı taraftarları doğuda duvarın diğer yakasında kaldılar. 2 yonlü bir keskinlik, kurallar cok sert ve gecit yok...




"Özellikle kulübün kurulduğu başkent Berlin'in 1961'de bir duvarla bölünmesi kulüp ile taraftarları zor ve ilginç bir durumda bıraktı. Bu dönemde Doğu Berlin'de kalan Hertha taraftarları maç günleri yıllarca duvarın stada yakın yerlerine gelerek takımlarını duvarın ötesinden desteklemişlerdir. Bu durum kulübün maçlarını duvardan uzakta bulunan Olimpiyat Stadyumu'nda oynamaya başlayana kadar, engellemelere karşı sürdü. Duvarın 9 Kasım 1989'da yıkılmasından sonraki ilk maçta ise bir ikinci lig maçında tribünde 50.000 e yakın seyirci vardır.(*)."
(*)http://tr.wikipedia.org/wiki/Hertha_BSC_Berlin#_note-0
Kaynak icin bkz: [Futbol Asla Sadece Futbol Değildir. (Football Against the Enemy) Simon Kuper


1989

11.11.1989, 15:00 Olympiastadion, Berlin
1989/1990, 2.lig karşılaşması:
Hertha BSC Berlin- SG Wattenscheid 09 1:1
17. Hafta 44.200 Biletli Seyirci (Almanya 2.lig izleyici rekoru)
(Hertha Berlin'in Berlin duvarı yıkıldıktan sonra Berlin'de oynadığı ilk maç.)
Goller: Jörg Bach 43. 0:1 - Sven Kretschmer 64. 1:1

Kadrolar: Hertha BSC Berlin:
Walter Junghans, Torsten Gowitzke, Theo Gries,
Jan-Halvor Halvorsen, Michael Jakobs, Fred Klaus,
Dirk Kurtenbach, Mike Lünsmann, Frank Mischke,
Marco Zernicke, Mika Aaltonen Teknik Direktör: Werner Fuchs

Oyuncu Değişikliği Hertha BSC Berlin:
Sven Kretschmer - Marco Zernicke (46.) Stephan Täuber - Dirk Kurtenbach (74.)

Kadrolar: SG Wattenscheid 09:
Ralf Eilenberger Jörg Bach, Maurice Banach, Stefan Emmerling,
Thorsten Fink, Dirk Kontny, Harald Kügler, Thomas Langbein,
Uwe Neuhaus, Jörg Sobiech, Uwe Tschiskale
Teknik Direktör:
Hannes Bongartz
_
bkz: http://www.fussballlexikon.de/spieler/bongartzhans/

500 voluntiers for something...

When Faith Moves Mountains (2002)
A Project for Geological Displacement. A project by Francis Alÿs, collaborating with Rafael Ortega and Cuauhtémoc Medina. On April 11th 2002, 500 voluntiers were called in order to form a line to move a sand dune situated in the surroundings of the city of Lima. This human comb progressed pushing forward a certain quantity of sand with shovels in order to move the dune from its original position. The actual displacement was of an infinitesimal proportion, but not its metaphorical resonance.
___________________
Francis Alÿs
Born 1959, Antwerp (Belgium).
Lives in Mexico City